8 Ocak 2011 Cumartesi

MÜRTED ve İSLAM’A HAKARET EDEN ÖLDÜRÜLMEZ Savaş dışında İslam adına insan öldürülmesi Kur’an’a Aykırıdır.

MÜRTED ve İSLAM’A HAKARET EDEN ÖLDÜRÜLMEZ
Savaş dışında İslam adına insan öldürülmesi Kur’an’a Aykırıdır.
Son yıllarda İslama muhalefet eden kişi ve kuruluşların bazı fiillerine yönelik olarak gelişen birçok olay sebebiyle Gayrimüslimlerle ilişkilerin Kur’ân’daki dayanaklarının ve Hz. Muhammed sav. tarafından yapılan uygulamaların bilinmesi için Süleymaniye Vakfı Din ve Fıtrat Araştırmaları Merkezi Başkanı İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi İslam Hukukcusu Prof. Dr. Abdulaziz BAYINDIR  düzenlediği basın toplantısında: “MÜRTED ve İSLAM’A HAKARET EDEN ÖLDÜRÜLMEZ
 Savaş dışında İslam adına insan öldürülmesi Kur’an’a aykırıdır” dedi
        Son olarak Pakistan’da Pencap Eyaleti  Valisinin İslam aleyhtarı görüşler ortaya koyduğu için idam ile yargılanan bir kadını savunduğundan dolayı  katledilmesi bu konuyu yeniden gündeme getirdiğini belirten İslam Hukukcusu BAYINDIR:
İslama karşı yapılan saldırılar karşısında Müslümanların sergilemesi gereken tavır âyetler ve hadisler ile şüphe uyandırmayacak şekilde belirlenmiştir.  Mümtehine 8-9 ve Bakara190 ayetlerine göre konuyla ilgili 3 kırmızı çizgi mevcuttur, dedi.
Konuyla ilgili Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR’ın yaptığı aşağıdaki açıklamayı önemine binaen yayımlamanızı istirham ederiz. Süleymaniye Vakfı Basın Danışmanı Adem ÇEVİK 05322467411 www.SuleymaniyeVakfi.org

                            GAYR-İ MÜSLİMLERLE İLİŞKİLER
Son yıllarda İslama muhalefet eden kişi ve kuruluşların bazı fiillerine yönelik olarak gelişen birçok olay sebebiyle Gayrimüslimlerle ilişkilerin Kur’ân’daki dayanaklarının ve Peygamberimiz tarafından yapılan uygulamaların bilinmesi büyük önem taşımaktadır.
İslama karşı yapılan saldırılar karşısında Müslümanların sergilemesi gereken tavrı belirleyen âyetler ve hadisler şunlardır:
 “Allah, din hususunda sizinle savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik etmenizi ve değer vermenizi yasaklamaz. Allah değer bilenleri sever.[1] Allah sadece, din hususunda sizinle savaşmış, sizi yurdunuzdan çıkarmış ve çıkarılmanıza destek vermiş kimselere yakınlık göstermenizi yasaklar.[2] Onlara yakınlık gösterenler zalimlik etmiş olurlar.” (Mümtehine 60/8-9)
Âyetler, gayrimüslimler için üç kırmızıçizgi belirlemiştir:
1.   Dinimizden dolayı bizimle savaşmaları,
2.   Bizi yurdumuzdan çıkarmaları,
3.   Yurdumuzdan çıkaranlara destek vermeleri.
Bu çizgileri çiğneyenlerle dostluk kuramayız. Bizimle savaşanlara karşı Allah Teâlâ şu emri vermiştir:
“Size savaş açanlarla Allah yolunda savaşın. Haksız saldırı yapmayın. Allah, haksız saldırı yapanları sevmez.” (Bakara 2/190)
Müslümanlar, Bedir, Uhûd ve Hendek’te kendilerine saldıran Mekkelilerle savaşmış ve başarılı olmuşlardı. Hicretin 6. yılında, Hudeybiye’de 10 yıl süreli barış antlaşması yapmışlar ama Mekkeliler antlaşmayı bozmuşlardı. Bunun üzerine Peygamberimiz hicri 8. yılda Mekke’yi fethetmiş[3] ama antlaşmayı bozan savaş suçlularına tam 15 ay dokunmamıştı. Hicri 9. yılda Hac mevsiminde inen şu âyetlerle onlara kesin uyarı yapılmıştı.
 “Antlaşma yaptığınız müşriklere, Allah ve Elçisi tarafından yapılan son uyarıdır:
Bu topraklarda dört ay dolaşın. Bilin ki, siz Allah’ı yıldıramazsınız. Ama Allah, kendini görmezlikten geleni rezil eder.
Bu büyük hac gününde Allah’ın ve Elçisi’nin bütün insanlara duyurusu şudur: Allah’ın o müşriklerle bir ilişiği yoktur; Elçisinin de öyle. Ey müşrikler, tövbe ederseniz hayrınıza olur. Sırt çevirirseniz bilin ki, siz Allah’ı yıldıramazsınız. Görmezlik edenlere acıklı bir azabı müjdele.
Bu uyarı, sizinle antlaşma yapmış ve daha sonra bir kusur işlememiş, size karşı kimseye destek vermemiş olanları kapsamaz. Onlara karşı olan andınızı süresinin sonuna kadar koruyun. Allah korunanları sever.
(Dört) yasak ay[4] çıkınca o müşrikleri, bulduğunuz yerde öldürün. Onları yakalayın, onları kuşatın, onlar için her gözetleme yerinde oturun. Ama tövbe ederler, namaz kılarlar, zekât verirlerse serbest bırakın. Allah’ın bağışlaması çok, ikramı boldur.” (Tevbe 9/1-5)
Bu âyetlerin hükmü, üç kırmızıçizgiyi aşmakla kalmamış, yapılan barış antlaşmasını da bozarak savaşa sebep olmuş savaş suçluları ile sınırlıdır. Diğer gayri Müslimleri kapsamaz. Siyasi baskılarla ortaya çıkmış farklı iddialar vardır. Kur’ân ve Sünnet ışığında o iddiaların kabul edilebilecek bir yanı yoktur.
Dinden Dönme (İrtidâd), (Mürted)
Dinden dönüp kâfir olanlarla ilgili olarak şöyle buyrulmuştur:
“Ey imân edenler! Sizden kim dininden dönerse, Allah onların yerine bir toplum getirir; o onları sever, onlar da onu severler. Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı sert olurlar. Allah yolunda savaşa atılır, kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın vergisidir, onu hak edene verir. Allah’ın imkânları geniştir, her şeyi bilir..” (Mâide 5/54)
Mukatil b. Süleyman’ın (ö. 150/767) bildirdiğine göre 12 kişi Müslüman iken kâfir olmuşlar, düşünceli bir şekilde Medine’den çıkmış, Mekke yolunu tutmuşlar ve Mekke kâfirlerine karışmışlardı. Sonra içlerinden Haris b. Süveyd pişman olup geri döndü ve kardeşi Cülâs’a haber gönderdi: “Ben tevbe ederek geri döndüm, Peygamberden öğren bakalım, tövbeye hakkım var mı, yoksa Şam’a giderim” dedi. Cülâs durumu Peygamberimize bildirdi ama cevap alamadı. Sonra şu âyetler indi:[5]
İnandıktan sonra kâfir olan bir topluma, Allah hiç dirlik ve düzenlik verir mi? Bunlar, kendilerine açık belgeler gelince o Elçi’nin doğru olduğuna şahit olmuş kimselerdir[6]. Allah yanlışlar içinde olan bir topluluğu yola getirmez.
Onlar var ya, onların cezası; Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lanetidir. Sürekli o lanet içinde kalırlar. Sıkıntıları hafifletilmez; onlara göz de açtırılmaz. Ama olup bitenden sonra tevbe edip durumunu düzeltmiş olanlar başka. Çünkü Allah çok bağışlar ve ikramı boldur.” (Al-i İmran 3/86-89)
Dinden dönüp kâfir olana, insanların uygulayacağı bir ceza yoktur. Onun cezası, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lanetidir. Tevbe eden olursa lanetten kurtulur. Hüküm bu olduğu halde mezheplerin, dinden döneni öldürme konusunda ittifak etmelerinin sebebini yapılan siyasi baskılarda aramak gerekir.
Dine Saldırı
Dinin özü imandır. İmanın temeli de onu içten kabul etmek, yani kalp ile tasdiktir. Kalpteki tasdiki bir o kişi, bir de Allah bilir. Orası insanın en hür olduğu yerdir. Bu sebeple hiç kimse bir inancı kabule veya inkâra zorlanamaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
 “Dinde zorlama olmaz; doğru ile eğri birbirinden iyice ayrılmıştır. Kim azgınları tanımaz da Allah’a inanırsa kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah işitendir, bilendir.” (Bakara 2/256)
İnsan, herhangi bir dini kabul veya reddedebilir. Yanlış din seçen sonucuna katlanır. Doğruyu tespit için tartışmak gerekir. Bu tür tartışmalar, ceza hukuku sahasına girmez. Bunun doğuracağı sıkıntılara katlanmak icap eder. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Mallarınız ve canlarınız konusunda yıpratıcı bir imtihandan geçirileceksiniz; bir de sizden önce Kitap verilenlerden ve müşriklerden üzücü çok söz işiteceksiniz; bunlardan kaçış olmaz. Eğer sabreder, korunursanız, işte bu kararlılık gerektiren işlerdendir. (Ali-i İmran 3/186)
Üzücü söz ve hakaret, Mümtehine 8 ve 9. âyetlerde belirtilen üç kırmızıçizgiden olmadığı için böylelerine karşı; sabırlı, tedbirli ve kararlı olma dışında bir yol gösterilmemiştir.
Sözlü Saldırıya Sözlü Cevap
Allah’ın Elçisi Muhammed aleyhisselama ve müslüman­lara sözlü saldırılar oluyordu. Özellikle şairlerin yaptığı saldırılar çok etkiliydi. Peygamberimiz onlara Hassan b. Sabit, Kâ'b b. Mâlik ve Abdullah b. Revâha gibi müslüman şairlerin şiirleriyle karşılık veriyordu. Şiir­leriyle büyük hizmetler yapan Hassan b. Sabit’e Peygamberimiz "Allahım, onu Kutsal Ruh ile destekle!" diye dua etmişti.
Dolayısıyla bu gibi durumlarda yapılacak şey, sözlü saldırıya sözlü cevap vermektir.
           Münafıklarla ilişkiler
Peygamberimiz, önce Müslüman olan, sonra dinden dönen ve problem kaynağı olan ikiyüzlülerden çok çekmiş ama onları cezalandırmamıştır. Münafikûn Suresi bu açıdan önemlidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
O münafıklar sana geldiklerinde: “Biz şahidiz ki, sen, gerçekten Allah’ın elçisisin” dediler. Allah biliyor ki, sen elbette onun elçisisin. Ama Allah şahit, o münafıklar kesinlikle yalancıdırlar. Yeminlerini kalkan edip Allah’ın yolundan çekildiler. Ne kötü davranıyorlar! Bu, şundandır: Onlar önce inandılar, sonra kâfir oldular. Sonra kalplerinde yeni bir yapı oluştu, artık anlamazlar. Onları gördüğün zaman kalıpları seni imrendirir. Konuşurlarsa konuşmalarını dinlersin. Sanki dayalı kütükler gibidirler. Her gürültüyü aleyhlerine sayarlar. İşte düşman onlardır. Onlara karşı dikkatli ol. Allah canlarını alsın, nasıl da yalana sürükleniyorlar!
Onlara: “Gelin; Allah’ın elçisi sizin için bağışlanma dilesin” dendiği zaman, başlarını çevirirler. Bakarsın ki; kendilerini büyük görerek geri çekiliyorlar. İster bağışlanmalarını dile, ister dileme; sonuç değişmez. Allah onları bağışlayacak değildir. Çünkü Allah karıştırıcılar takımını yola getirmez.
Onlar şu sözü bile söylediler: “Allah’ın elçisinin yanındakilere bir şey vermeyin, dağılıp gitsinler”. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır, ama o münafıklar anlamazlar. Şunu da söylediler: “Hele Medine’ye dönelim, güçlü olan, güçsüz olanı, elbette sürüp çıkaracaktır.” Oysa güç Allah’tadır, Elçisindedir ve inananlardadır, ama münafıklar bilmezler. (Münafikun 63/1–8)
Zeyd b. Erkam bu âyetlerle ilgili şunları anlatmıştır: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemle birlikte bir savaşa gitmiştik. Ordu sıkıntılar içine girmişti. Abdullah b. Ubeyy arkadaşlarına şöyle dedi: “Allah’ın Elçisi’nin yanındakilere nafaka vermeyin ki dağılsınlar. Hele Medine’ye dönelim, güçlü olan, güçsüz olanı oradan çıkaracaktır.” Bunu hemen Peygamber’e haber verdim. Abdullah b. Ubeyy’i çağırtıp sorguladı. O da böyle bir şey söylemedim diye yemin etti. “Zeyd yalan söyledi” dediler. Bu bana çok ağır geldi. Sonra Allah Teâlâ Münafikûn suresini indirdi.”[7]
Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR özetle şu bilgileri verir:
Abdullah’ın, kavmi içinde itibarı vardı; büyük sayılırdı. Üseyd b. Hûdayr geldi. “Ey Allah’ın Elçisi!” dedi. “Ona aldırma, nazik davran. Vallahi, Allah seni gönderdiği sırada kavmi ona taç giydirmek için boncuk diziyordu. O seni, krallığını elinden almış görüyor”.
Abdullah b. Ubeyyin oğlu Abdullah temiz bir mümin idi. Babasının yaptıklarını öğrenince Allah’ın Elçisi’nin huzuruna geldi «Ey Allah’ın elçisi! İşittim ki Abdullah b. Ubeyy’i size ulaşan sözünden dolayı öldürmek istiyormuşsunuz. Eğer yapacaksanız bana emredin, başını getireyim. Vallahi, bütün Hazrec bilir ki içlerinde babasına benden saygılısı yoktur. Korkarım ki, başka birine emredersiniz, o babamı katleder, ben de babamın katilinin halk içinde gezmesine tahammül edemem, tutar onu vururum. Bir mümini bir kâfire karşılık öldürmüş olur bu sebeple ateşe girerim” dedi. Allah’ın Elçisi şöyle cevap verdi:
“Hayır. Biz ona nazik davranırız. Aramızda olduğu müddetçe iyi davranırız.”[8]
Abdullah’ın davranışı her ne kadar çok kötü ise de üç kırmızıçizgiden birini çiğnemediği için yukarıdaki âyetler gereğince Peygamberimiz ona iyi davranmıştır. Bu gibileri en çok rahatsız eden, doğruların söylenmesidir. Âyetlerde olduğu gibi yanlış davranışlarını sayıp döktükten ve cezayı hak ettikleri konusunda kamuoyu oluşmasını sağladıktan sonra onlara iyi davranılması, onları yalnızlığa sürükler ve yandaşları dahi kendilerini terk etmeye başlar. Nitekim peygamberimizin iyi davranışı, Abdullah’ın çevresindekileri İslam’a kazandırmıştır.
Peygambere Saldırmanın Cezası
Peygambere saldıranın cezasını Allah verecektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Senden önce nice elçiler yalancı sayıldı. Ama yalanlanmalarına ve eziyet görmelerine rağmen sabrettiler. Nihayet yardımımız ulaştı. Allah'ın sözlerini kimse değiştirebilecek değildir. İşte o elçilerin haberinden bir kısmı sana gelmiş oldu.” (En’âm Suresi 34. âyet)
“Allah’ı ve elçisini incitenleri Allah Dünyada ve Âhirette lanetler. Onlara onur kırıcı bir azap hazırlamıştır.” (AhzâbSuresi57.âyet)                                                          
                                                                                             Prof. Dr. Abdulaziz BAYINDIR
Süleymaniye Vakfı Din ve Fıtrat Araştırmaları Merkezi Başkanı İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi


[1].      Sözü edilen yasak, Mümtehine 1. âyetteki “sevgi gösterme” yasağıdır. Şartlar ortadan kalkınca yasak da kalktığından bu âyetekiْ أَنْ َتُقْسِطُوا ifadesi, “onlara sevgiden pay vermeniz” anlamında olur. Tercümeyi “değer vermeniz” şeklinde yapmamız bundandır.
[2].      Müslümanlardan başkasını veli edinmeyi Maide 57. âyet yasakladığı için buradaki (onları veli edinmeniz = أن تولوهم) ifadesi bir önceki âyette geçen iyilik ve sevgi ile sınırlı olur. Bunun için meâl, “onlara yakınlık göstermeniz…” şeklinde yapılmıştır.
[3].      Muhammed Hamidulah, İslam Peygamberi, Ankara 2003, c. II, s. 271, paragraf 451.
[4].      Yukarıdaki uyarı, haram aylarının sonuncusu Zilhicce ayında yapılmıştı. Buradaki yasak aylar (el-eşhuru’l-hurum) bilinen haram aylar değil, ikinci âyette belirtilen dört aydır. Haram denmesi, bu süre içinde muhatapların dokunulmaz sayılmasından dolayıdır.

[5].      Tefsîru Mukatil b. Süleyman, Tahkik: Ahmed Ferîd, Beyrut 1424/2002, c. 1, s. 180-181.
[6]       و جائهم البينات hal cümlesi sayılmıştır.
[7].      Buhârî, Tefsir Münâfikûn Suresi. 4.
[8].      Muhammed Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur’an Dili, Cilt, VI, s. 5005–5008.
 .................
http://www.suleymaniyevakfi.org/fotograf-galerisi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder